Peki neden?
Çünkü interneti dolaşın gerçekten.filmi izleyen herkes kevin hakkında konuşuyor.
ve tekrar neden?
Çünkü film kevin hakkında bir çocukla ilgili.
Bir çocuk hem bu kadar zeki sevimli ve bir o kadar da gıcık ve sinir bozucu olur anlamış değilim.
Heralde herkesinde işte kevin hakkında konuştuğu tam olarak da bu......
Şu yaştaki çocuklardada bir yetenek var kardeşim. Neyse konuya dönelim. Şimdiden uyarmalıyım konu son derece basit ama içinde barındırdığı mesajlar çok karmaşık. o kadar kafa yordum anlaması zordur. Cİddi bir psikoloji bilgisi gerektiriyor. Benim bilgim bile tam yetmedi anlamaya...
Önce Filmin konusu neymiş sırayla anlatayım:
Kevin aslında çok istenmeden dünyaya gelen ama neyse artık olan oldu diyerek annesinin mevburen baktığı bir çocuktur önceleri.
Nerde bizim türk anneleri doğar doğmaz sarsın sarmalasın. amerikan kadınının beceriksizliğini izleyeceğiz önceleri. bir çocuğu susturamıyor resimdede görüldüğü gibi.
Çocuk büyüyor ama büyüdükçe çocukla ciddi bir ileşim bozukluğu var annenin aslında çabalasada hiç kafi gelmeyince doktora götürüyor ama çocuk da hiç bir problem yok. Anne ne yapsa bir türlü çocuğu eğitemiyor.
Yukarıdaki resmi büyüttüm.Çünkü aşağıya koyacağım yazıyla ilgili.
Çocuk hep annesine karşı öfkeli...sırf gıcıklığına altına yapıyor.Evde bir babasıyla iyi anlaşıyor oda orta şeker. aslında çocuk devamlı neden olduğunun sinyalini veriyor ama annede alıcılar bozuk...
Kadın çırpınıyor çabalıyor elinden geleni yapıyor ama olmuyor...
Kevin büyüyor sorunlarda büyüyor
Bu arada bir çocuk sahibi daha oluyorlar....
Burdan sonrası filmin sonuna geliyor.Filmden görüntüler ve afiş koyacağım özellikle ilk afiş bütün filmi özetler nitelikte koca bir "WHY? " sorusu yani neden? bütün filmi izlerken sorduğunuz bir soru neden kevin neden kevin?
Anne bütün film boyunca çabalıyor çabalıyor dindiniyor... ama aslında yapması gereken tek bir şey vardı onu yapsaydı herşey tamamdı. ama yapmadı. Peki kevin ne yaptı?
ve final
Ve filmi nerdeyse izlemiş kadar resimden sonra şimdi filmin tamamını çok güzel açıklamış bir yazı buldum ama filmin sonunuda anltıığından filmi seyrettikten sonra okunmalı.....Hemen aşağıya ekliyorum...http://psikolojiatolyesi.blogspot.com/2012_02_01_archive.html
KEVIN HAKKINDA KONUŞMALIYIZ
(Filmin sonuyla ilgili bilgiler içermektedir)
Lionel Shriver'ın Türkiye'de de aynı adla yayınlanan Kevin Hakkında Konuşmalıyız adlı ödüllü romanından beyaz perdeye uyarlanan film, Lynne
Ramsey’in üçüncü uzun metrajlı filmi. Bu kez karşımızda sarsıcı ve ağır
bir o kadar da derin bir hikaye var. Sessizce çarpan detaylarıyla
ustaca işlenmiş etkileyici bir öykü Kevin ve Eva’nınki. Aile ve annelik
kavramlarını çaresizlik, yalnızlık, suçluluk, pişmanlık ve şiddet
temaları eşliğinde cesurca irdeliyor.
Bu
film birçokları gibi iyi anne/evlat olmak ya da olamamaktan çok daha
fazlası. Bu film söylenenlerden çok söylenmeyenlerin hikayesi, aile
resimlerinde arka planda saklı kalmışların gün gelip resmi sarmasının
hikayesi.
Daha ilk sahnesiyle izlemeye alıştığımız sıradan ‘çocuk öncesi ve sonrası’ filmlerinden olmadığının sinyallerini veriyor.
Eva,
tüm planlarını ve hayallerini bir kenara koyarak Kevin’ı doğuruyor
fakat bunun iyi bir karar olup olmadığı konusunda ilk günden beri pek
emin sayılmaz. Annesinin tereddütlerini daha ilk kez kucağa alındığı an,
Eva onu ellerinde ama bedenine uzak tuttuğunda hissediyor Kevin.
Hastaneden eve getirildikten sonra Kevin’ın ağladığı ve Eva’nın onu
susturmak için ne yapacağını bilemediği sahnede yine yakın ama bir o
kadar da uzak tutuyor onu kendisine. Ağlayan bebeğe bakarkenki iç
sıkıntısını yansıtan mimikleri öyle etkileyici ki.
Bir
başka sahnede bebek arabasıyla yol çalışmasının yakınında birkaç
dakikalığına dahi olsa Kevin’ı duymamanın rahatlığına sığınıyor fakat
Kevin büyüdükçe yok sayamayacağı simsiyah bir bulut gibi çöküyor Eva’nın
üstüne. Simsiyah bulutta gördüğü kendi yansıması aslında, bulut
simsiyah değil de sadece bir ayna belki de.
Eva
Kevin’a kızdığı bir anda “Sen doğduğundan beri Paris’te olmak
istiyorum” diyor. Sert bir darbe bu fakat işler hiç kuşkusuz bir
cümleyle şekillenmiyor. Kevin Eva’nın söylediklerinden çok önce,
söylemediklerini duydukça bu hale geliyor. İlk günden beri varlığının
annesine ağır geldiğini hissediyor ve karşılığında o da verebileceği en
büyük hasarı vermeye çabalıyor sanki. Bir bebeğin verebileceği zarar
huzursuzluk, bir çocuğun ise evi kirletmek belki ama Kevin’ın yaşı
ilerledikçe ailesine verebileceği hasar da katlanarak artıyor. Eva
Kevin’da bir renk görmeye çalıştıkça kapkara duvarlar karşılıyor
önceleri onu, her seferinde çarpıp geri savruluyor. Kevin büyüdükçe bu
sert duvar cayır cayır yanan bir ateşe dönüşüyor. Zaman öyle bir güne
doğru akıyor ki Kevin Eva’ya asıl yıkımın ve çaresizliğin ne olduğunu
gösteriyor.
Eva
bebek Kevin’a baktığında tüm kaybettiklerini görüyor ve Kevin’ın bunu
anlaması için ise sözlere gerek kalmıyor. Annesinin mutsuz ve çaresiz
bakışlarından, sessiz haykırışlarından anlıyor söylenmeyenleri.
Büyüdükçe gözlerindeki kin ve nefret de büyüyor. Eva Kevin’a ne
yüklüyorsa Kevin ona bunun bedelini kat kat fazlası olarak ödetiyor.
Uzun yıllar tuvaleti kullanmayı reddedişiyle, duvarlara püskürttüğü
boyalarla, etrafa saçtığı yiyeceklerle başlıyor. Aslında sayıları
öğrenmişken sorulara cevap vermeyerek, fiziksel bir sorunu olmamasına
rağmen verilen komutlara kayıtsız kalarak ödetiyor. Belki de tüm
yaptıkları “Ben buradayım” haykırışlarını içeriyor, “Ben doğdum, sen
istemesen de buradayım”. Biraz büyüdüğünde açıkça “Bir şeye alışmak onu
sevdiğini göstermez. Sen bana alıştın” demesi sevilmediğini düşündüğünü
kelimelerle ifade ettiği nadir birkaç sahneden biri.
Hastalandığı
sahnede bir geceliğine de olsa gardını indiriyor, sevilmeye ve
sıcaklığa ne denli muhtaç olduğunu hissettiriyor fakat aynı gecenin
sabahını eski sert kabuğuyla karşılıyor. Annesi çileden çıkarak onu yere
fırlattığında kolu kırılmasına rağmen içten içe bir rahatlama
hissediyor sanki. Eva’da ilk günden beri sezdiği öfkenin somutlaşmış
hali Kevin’a iyi geliyor. Belki hislerini doğruladığı için belki de
şiddet üzerinden olsa da ilişki kurma çabasına karşılık aldığı için.
Eva
Kevin’da hayal ettiği çocuğu göremedikçe eşinden bile habersiz Celia’ya
hamile kalıyor. Kötü bir anne olmadığını ona gösterecek yeni bir bebek
umuduyla belki de. Kardeşini ilk günden çocukça bir kıskançlıkla
karşılıyor Kevin. Yıllar geçtikçe ise Kevin’ın olmadığı ne varsa
kardeşinde görmeye başlıyoruz. Sıcak, olumlu, sevildiğini hisseden ve
güvenli bir çocuk oluyor Celia, ailesinin keyfini çıkarıyor, korunduğunu
ve önemsendiğini hissediyor. Kevin ise çok geçmeden önce çok sevdiği
tavşanını alıyor Celia’nın elinden, sonra ise sol gözünü. Celia’nın
gözünü kaybetmesinin sebebi Kevin’ın ihmali mi yoksa kurduğu tuzak mı
açıkça öğrenemiyoruz fakat Kevin’ın o ana kadar çizdiği tablo bu soruyu
anlamsızlaştırıyor aslında. Sanki Kevin borçlulardan alacaklarını
istiyor kardeşine zarar verirken. Celia’yı sol gözünde bir bantla
yaşamaya mahkum bıraktığında aslında içinde sakladığı yıllarca
sevildiğini, önemsendiğini hissetmeyen ve bir yanı eksik yaşamaya mahkum
edilmiş o küçük çocuğun intikamını alıyor Kevin. Aynı
ailenin kardeşinin gözünden görülen versiyonuna dayanamadığını
haykırıyor sanki zarar verirken. Film boyunca çiftin çocuksuz, özgür ve
mutlu sahneleri öyle ustaca serpiştirilmiş ki araya Kevin’ın ağırlığı
izleyicinin de üzerine çöküyor.
Salonun
orta yerinde duvarda asılı olan Kevin’ın çocukluk portresinin yanına
ergenlik portresi ekleniyor. O çocuk bu gence dönüştü, o çocuğun
hissettiklerinin bedelini bu genç ödetecek dercesine. Salonun orta
yerine yerleşiyor tıpkı hayatlarının orta yerine yerleştiği gibi. Evde
başka dikkat çeken fotoğraf yok; ne Eva, ne Franklin ne de Celia var
duvarlarda. Sadece Kevin. Aynı
mesajı içeren bir diğer detay ise Kevin’ın ergenlikte dahi çocukluk
yıllarında giydiği küçük t-shirt’leri giymeye devam ediyor olması.
‘Bugünü anlamak için o güne bak’ diyor sanki.
Annesi
bulsun diye bıraktığı CD’ye ‘Seni Seviyorum’ başlığını atmasında bu
başlığın ilgi çekici olmasından çok daha fazlası saklı. Annesinin
yıllarca yakınlaşma çabasının altında gizlediği “Sen benim hayatımı
mahvettin” başlığını nasıl dengeleri altüst ettiyse, Kevin da paralel
bir şekilde sıcak bir başlıkla onu kandırarak bilgisayarının çökmesini
sağlıyor. Ve sistemi bozan görüntüler renkli bir ekranın tam ortasında
yazan ‘kaybettin’ yazısıyla son buluyor. Bu sahne alttan alta Kevin’ın
Eva’ya vermek istediği mesajları düşündürüyor izleyiciye. Bir yandan da
korkunç sona hazırlıyor belki de, Eva’nın asıl çöküntüyü yaşayacağı ve
her şeyini kaybedeceği güne.
Her
çabayı boşa çıkarıyor Kevin. Ne zaman bir paylaşım çabası görse büyük
bir ustalıkla sabote ediyor. Annesini olmadığı sıradan ve uyumlu
çocukla, olduğu sert ve umursamaz delikanlıyla cezalandırıyor. Eva
yüzünden kolu kırıldığında bunu babasına anlatmayarak annesini korumuyor
aslında onu pişman ederek, utandırarak cezalandırıyor. Onu;
ilgisizlikle, umursamazlıkla ve sertlikle cezalandırıyor. En sonunda da
titizlikle hazırladığı planla bir ömür yalnızlığa ve suçluluk duygusuna
mahkum ederek cezalandırıyor.
Baba
(Franklin), anne ve oğul arasındaki ilişkinin gürültüsünün hüküm
sürdüğü evde bir gölge gibi bir belirip bir kayboluyor. Kevin’ı her
çocuk gibi, Eva’yı ise takıntılı buluyor ve zaman zaman eleştiriyor.
Sanki aksiyle yüzleşirse baş edemeyeceğini içten içe biliyor. Daha büyük
bir eve geçmek gibi kararlarda kısa süreliğine belirleyici bir rolü
üstlenip sonra sahneyi tekrar Eva ile Kevin’a bırakıyor. Baş
edemedikçe yok sayıyor, iki tarafın çekişmesinin rüzgarıyla savruldukça
varlığının etkisi hafifliyor. Sonunda da gitmek istiyor.
Bir
gün, bedenine uygun bir kıyafet giyiyor Kevin ve son ama en büyük
projesini hayata geçirmek için okula gidiyor. Babasının yıllarca
öğrettiği bilgilerle, babasının aldığı hediyeyle onlarca insanı
öldürürken aslında umurunda olan bir tek kişi var. O da ilk kez bahçede
antrenman yaparken okunu doğrulttuğu kişi. O küçük çocuğun öfkeyle
fırlattığı sarı ok “Gün gelecek seni pişman edeceğim” diye bağırıyordu o
gün. Bu sonu sadece dünyaya olan kinini kusmak için değil büyük oranda
Eva’ya eziyet etmek için de yapıyor. Onun ilk günden beri içinde
bulunduğu iyi annelik çabasını dürüst davranmamak olarak adlandırıyor.
Büyük finalde de söylenenlerden çok söylenmeyenlerden etkilendiği
yılların öcünü annesine yaptığı ile değil yapmadığıyla alıyor. Aslında
en büyük derdi olan kişiyi hayatta bırakarak onu ölümden daha ağır bir
cezaya, suçluluk duygusuna mahkum ediyor.
Başını musluktaki suyun altına sokan Eva’nın yüzünün Kevin’ın yüzüne dönüşmesi, açıkça anne-oğlun etkileşiminin altını çiziyor. Bunu da suyun içinde nefessiz kalmak pahasına rahatlama ve serinleme çabası şeklinde yansıtma seçimi etkileyici bir sahneyi doğuruyor.
Başını musluktaki suyun altına sokan Eva’nın yüzünün Kevin’ın yüzüne dönüşmesi, açıkça anne-oğlun etkileşiminin altını çiziyor. Bunu da suyun içinde nefessiz kalmak pahasına rahatlama ve serinleme çabası şeklinde yansıtma seçimi etkileyici bir sahneyi doğuruyor.
‘Kevin
Hakkında Konuşmalıyız’ hikayeyi tek yönlü anlatmamasıyla da dikkat
çekici bir yapım. Eva evlerinde yere oturmuş Kevin’a topu yuvarlaması
için yalvarırken yaşadığı hayal kırıklığını da derinden hissediyorsunuz,
özel odasını oğlunun resimleri yerine haritalarla kapladığında Kevin’ın
yaşadığı sarsıntıyı da. Bu
hikaye aile nedir, annelik bebek sahibi olunduğu an otomatik olarak
gelişen bir his/beceri midir, bazı çocuklar doğuştan problemli mi
doğarlar, kişiliğin oluşmasında ailenin payı ne kadardır gibi soruları
cesurca irdeliyor. Herhangi bir fikri dayatmıyor ve benimsediği tarafsız
bakış açısıyla izleyiciye sarsıcı bir deneyim sunuyor. Tavşanın
ölümünde başvurmadığı aşırılıktan katliam sahnesinde de kaçınarak
abartıdan uzak durmasına rağmen nefreti ve şiddeti ustaca yansıtıyor.
İçeriğiyle
olduğu kadar isim seçimiyle de anlamlı bir hikaye. Filmin ismi Eva’nın
Franklin’e haykırışı olarak yorumlanabileceği gibi, her iki tarafın da
içten içe yok saymaya çalıştıkları gitgide büyüyen sorunun altını çizen
dış bir ses olarak da algılanabilir. Yaşananlara bir isim takmaya
çalışmıyor, sürece odaklanıyor. Başından beri adım adım yaklaşılan sonu
vurguluyor bir anlamda, konuşulmayanları haykırıyor.
Cesur bir hikaye ustalıkla beyaz perdeye aktarılmış. İsmi büyük harflerle yazılmayı hak eden başarılı bir yapım ‘WE NEED TO TALK ABOUT KEVIN’.
http://psikolojiatolyesi.blogspot.com/2012_02_01_archive.ht